13 Eylül 2017 Çarşamba

Huzurun adresi Selimiye, MUĞLA



Selimiye son zamanlarda adını çokça duyduğum, herkesin çok beğendiği ve Selimiye Mavisi tabiriyle ünlenen denizi ile dillere düşmüş bir tatil beldesiydi.. İlk defa gidecek olmanın verdiği heyecan ile günler birbirini yarış atı gibi kovalamıştı..

Bütün bir yıl debdebe içinde geçiyor günlerimiz. Fırsat bulup da tatile gidebildiğimiz sayılı günlerde zamanı duble yaşamak için yoğun bir istek ve azimde oluyoruz..Yani ben böyleyim.. Özellikle bu yıl yeni iş dolayısıyla izin hakkım olmayınca önceden planladığımız tatili bayram tatiline denk getirmek durumunda kaldık. Böyle olunca da yaz bitmek, günler geçmek bilmedi..Ama sabreden derviş misali muradıma erdiğimde dünyalar benim olmuştu.. Şükürler olsun ki her bir köşesi ayrı bir fotoğraf karesi sunan Marmaris'in Selimiye Köyü beklentilerimi karşılayacak düzeydeydi.. Uçak biletleri normal değerlerin bir hayli üzerinde olunca ve orada da araba kiralamamız gerekeceğinden, ulaşım için kara yolunu tercih ederek yola çıktık. Varış noktamız Selimiye ancak oraya varmadan yol üzerinde güzel bir durak olan Akyaka'ya uğramadan edemiyoruz.. Rastgele girdiğimiz Assos express 'de yaptığımız kahvaltı bizi tatmin etti fakat çalışanların hallerinden bıkmış ve somurtkan tavırları İstanbul'dan gelmiş bizler için son derece alışıldık bir tablo olmasına rağmen  şaşırtıcıydı.. Neyse kahvaltıdan sonra Akyaka'da Azmak turu yapmadan olmazdı. Ben en son üç sene evvel gelmiştim. Ama zaman pek çok şeyi sildiği için anılar da kaybolmaya yüz tutuyor tabi, bu sebeple tazelenmek çok keyifliydi..Azmak'da yarım saat süren tekne turunda bolca fotoğraf çekip suyun harika rengiyle tekrar mest oluyorum. Tabi suya giren insanları görünce ben durur muyum.. Dim çayının buz gibi suyuna girmiş biri olarak bu su benim için hiç de soğuk değil..:) Tek bir fark var, burada akıntı sizi alıp götürüyor.. Sokaklarda dolaşıp, Ağa Han ödüllü mimarisiyle büyüleyici, beyaz ve kahverenginin muhteşem bir uyum yakaladığı ahşap evleri fotoğraflamaya doyamıyorum.. Hemen sahilde insanlar denize giriyor ancak biz pek girmeye değer göremediğimiz için Akbük'e doğru devam ediyoruz.. Akbük'ün suyu inanılmaz güzel.. Burada denizin keyfini sürdükten sonra otelimize doğru yol alıyoruz..
Akbük
Otelin plajının olduğu koya gidiyoruz



Selimiye çok küçük bir köy, buna rağmen bayram tatilinin de etkisiyle oldukça kalabalık.. Teknelerin, yatların demirlediği ve otellerin, restoranların yer aldığı sahil şeridi oldukça sempatik..Yoğunluktan dolayı karnımızı doyurmak için kendimize yer bulmakta güçlük çektik. Zira dördüncü mekânda ancak yer bulabildik. Bu da bizi şaşırtmaya yetti. 

2.gün sabah kahvaltısının ardından (serpme kahvaltı göze ve mideye hitap ediyor ve personelin güler yüzü ve ilgisiyle sizi memnun ediyor) , otelin plajına geçiyoruz. İşte burası bir harika.. Bence mükemmel düşünülmüş, zira Selimiye küçük bir yer olduğu için sahil şeridi oldukça kalabalık ve denize girmek biraz sıkıntılı olabiliyor. Otelimiz Badem Tatil Evi bizi botla alarak kendilerine ait koya götürüyor ve sadece otel müşterilerinin kullandığı bu sessiz, sakin ve müthiş koyda balıklarla denizin tam anlamıyla keyfine varıyoruz. Denizin rengi  bir harika, balıklar bir harika.. Yarım günümüzü burada geçirip tekrar yollara düşüyoruz, çünkü gezilecek çok yerimiz var. Selimiye'ye çok yakın Turgut ve Orhaniye köyleri görülecek yerler arasında yer alıyor. Turgut Şelalesi ve Kız Kumu Plajı da dahil.. Turgut şelalesi, şelale olduğundan emin değil gibi, ya da biz emin olamıyormuşuz gibi küçücük, minnacık şekilde karşımıza çıkınca bu muymuş tabi demekten kendimizi alamadık. Türkiye'nin pek çok noktasındaki şelalede olduğu gibi gün geçtikçe kuruduğu için akmıyor sadece damlıyor desem yeridir. Yol üzerinde Delikyol Deniz Restaurant- Mehmet'in Yeri manzarasıyla gidenlerin tavsiye ettiği bir yer olarak listemize girmişti.. Öğle yemeğini burada yedik.. Zaten yol üzerinde kaldığı için size zaman kaybettiren bir yer değil, tepeden manzarayı fotoğraflamak bir harika ancak denizi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.. Yemek için gelenler deniz ve şezlonglardan ücretsiz olarak faydalanabiliyor. Bilginize..



Kızkumu denizin üzerinde yürüyerek karşıya geçilen bir yer olması sebebi ile merak ettiğim yerlerden biriydi.. Ama hava fotoğraflarının görkemli olduğuna kanaat getirdim. Denizin üzerinde yürümek muazzam birşey elbette fakat deniz yeterince berrak olmadığı için sadece yürüyüş yapıp, fotoğraf çekiyoruz. Bu hikâyeyi burada paylaşmıyorum. Merak eden herkes google'layıp öğrenebilir nasılsa...:)

3.gün programımızda Datça var. Knidos Antik Kenti  görülecek.. Palamütbükü'nde deniz molası verilecek ve Eski Datça sokaklarında gezilecek.. Çok şükür hepsini yaparak günü tamamlamayı başardık.. Knidos Datça'nın en uç noktası. Buraya ulaşmak için virajlı yolları aşmak gerekiyordu ancak vazgeçmeyerek bitiş çizgisini görmeyi kafaya koyduk. Selimiye'den tam olarak iki saat sürüyor. Yol boyunca çevrede neredeyse hiçbirşey yok. Yazıköy'den geçerek Antik kente ulaşıyoruz. Limanda demirleyen tur tekneleri ve yat gemileri yine bana güzel fotoğraf kareleri sunuyor. Denizde biraz suyun keyfine varalım diyoruz ama denizin dibi yosunlu olduğu için bu pek mümkün olmuyor. Antik kentin tamamını gezmeye hava çok sıcak olduğu için gücüm yetmedi. Oldukça geniş bir alana yayılıyor, fakat her antik kentte ve sit alanında olduğu gibi yapılan ilk kazılarda yabancılar tarafından elde edilen buluntular götürüldüğü için burada stoa bölümünde yer alan birkaç sütundan ve tiyatrodan başka bir bütün halinde görebildiğimiz bir yapı yok ne yazık ki.. ( tabi tepelere doğru çıkamadım, buralarda varsa yanlış birşey söylemiş olmayayım )
İlgimi çeken bir diğer konu ise şu an kazı çalışmaları Selçuk Üniversitesi tarafından yürütülüyormuş ve tiyatro bölümünde aslıyla bir uyum içerisinde olmayan mermer kaidelere yer verilmiş. İlk bakışta konunun dışından olan bir insanın bile ilgisini çekebilir ve göz zevkini bozmaya yetebilir. Taşınmaz Kültür Varlıkları alanında yapılan restorasyon çalışmalarını ne yazık ki yeterli bulamıyorum.




Can Yücel'in evi 
Buradan Palamütbükü'ne geçiyoruz. Burası sahil şeridi boyunca plaj işletmesi olarak sıralanan ve feci kalabalık bir yer. Denizi güzel ancak dalgalı, ben pek dalga sevmiyorum. Bize Santorini'yi hatırlattı :) Çok kalabalık olduğu için kısa bir zaman geçirip Eski Datça'ya devam ettik. İşte burası beni kalbimden vurdu. Eski evler, arnavut kaldırımlı sokaklar, butik oteller, rengarenk bahçeler içerisinde evler.. Tek kelimeyle bayıldım.. Ya o begonviller.... Burası da bize yine Santorini'de Oia'yı hatırlattı..:))) El sanatlarının sergilendiği tezgâhların yer aldığı şirin bir sokak, takı ve hediyelik eşyaların satıldığı el emeği ürünleri bulabileceğiniz şipşirin küçük dükkânlardan oluşan küçücük ama sıcacık bir yer.. Bu taraflara yolunuz düşerse mutlaka ama mutlaka uğrayın, Cafe Moor' da da soğuk birşeyler içerek soluklanın.

Bir sonraki gün programımızda Amos, Turunç, Kumlubük, Söğüt ve Bozburun var.. Bugünü tam anlamıyla deniz turuna ayırdık. Bütün koylarda denize girerek yüzmenin keyfine vardık.. Amos bir harika ancak yine hayal kırıklığı ve hüsran.. Antik kent tabelası hariç hiçbirşey yapılmamış. Yolu bile yok! Taşlık bir yoldan zor bir şekilde yürüyerek 168 basamaklı merdivenleri tırmanarak zirveye varıyoruz. Şehir ayaklarımızın altında, manzarayı fotoğraflayarak bol bol video çekiyorum. Örneğin burası Kültür Bakanlığı tarafından ele alınsa öncelikli olarak bir yol ve kolaylıkla çıkılacak merdivenler ya da fiziki koşullar izin veriyorsa bir asansör devreye girse, antik kente uygun olacak bir tesis kurulsa manzarayı doya doya izleyerek bir şeyler yudumlasak fena olmaz ama değil mi? 

paprica cafe

















Turunç'un denizi güzel ama kalabalıktan hoşlanmadığım için turistik vakit geçirerek ayrılıyoruz. Çıplaklar kampı varmış, merak etmedim değil ama kocam götürmedi :)) Hahahaha
Turunç, Amos, Kumlubük yolları bolca video çektim. Ağaçlar arasında müthiş bir koku ve insanın içine neşe akan sesler içerisinde yol alıyorsunuz. İstanbul'da insan başına düşen yeşil alan 1 m2' ye düştüğü için burada gezdiğim, gördüğüm her yer beni mutlu etmeye yetiyor. Söğüt ve Bozburun küçücük köyler, deniz suyu çok berrak..Söğüt'te yürüyerek denizin ortasında gelebiliyorsunuz, deniz derinleşmiyor.. Günü böylelikle noktalıyoruz.

Son günümüzü otelin plajında geçirmek istiyoruz. Sezonun son deniz keyfi olacağı için ve İstanbul'da böylesine temiz sularda yüzme şansımız olmadığı için tekrar ve tekrar denize giriyoruz.

Amos
Selimiye'de tekne turu, Kızılada, Çiftlik koyu gibi alternatifleri  bir dahaki sefere bıraktım.

Gelelim yemek kısmına... Önceden bir liste yapmıştım ve hepsini tatma şansını yakaladım. Öncelikle Mavi Pide'nin pideleri bir harika mutlaka deneyin! Üstelik ödüllü..
Paprika kafe'nin çilekli limonatası hem göze hitap ediyor hem de oldukça lezzetli. Mutlaka deneyin!
Sardunya restaurant.. Yoğunluktan ancak 21.30 sonrası yer bulabildiğimiz ve akşam yemeğini 23.00'da yiyebildiğimiz bu meşhur yeri de ziyaret edin derim. Salata ve mezeleri harika.. 
Losta tatlıcısında keçi peynirli losta tatlısı ve dondurma yedik. Ancak çok da beğenmedik. Beyaz ev'in dondurmasının daha lezzetli olduğunu söyleyebilirim.
Üzüm tatil evi ve dantel otelin restaurantını dekorasyon, mekân olarak çok beğendik fakat kalabalıktan yer bulamadık. Göze hitap eden, şirin detaylara sahip yerlerdi. Bir dahakine bir hafta önceden rezervasyon yaptırarak gideceğim.

Hediyelik, takı, alışverişe gelince..Selimiye bu konuda çok pahalı.. Severin-ta takı atölyesi önerilen yerlerden biriydi ama bana göre çok pahalıydı. Eski Datça'da atelye buket çok şirin bir yer. Hayatımdaki en güzel kitap ayracını burada gördüm. Takılar vs her şey var. Alışveriş için güzel bir adres.

Son söze gelince..Bu tatili sosyal medya üzerinden ünlü gezginlerin not ve önerilerinden yola çıkarak planladım. Anladım ki, tamamen göreceli olan beğeni kavramı her insan için aynı limana varmıyor. Gezmeyi ve anılarımı paylaşmayı sevdiğim için bu konuda blog yazmak çok hoşuma gidiyor. Geriye dönüp baktığımda anılarımı okuyup, hatırlama imkânı sunuyor. Bu işi amatör bir şekilde de olsa sürdürerek belki günün birinde profesyonel olarak yapabilme şansı yakalayabilirim. Neticede ünlü gezginlerin de fark yaratan zevkleri olmayabilirmiş aslında. Zira tavsiyelerinden çoğu boş çıktı.

Az kalsın unutuyordum dönüşte Balıkesir yolu üzerinde CerenTur dinlenme tesisleri’ne tesadüfen girdik, yemek için.. Gözlerime inanamadım. Hiç şüphesiz şu ana kadar gördüğüm en başarılı dinlenme tesisi.. Dekorasyon, konsept, yemekler bir harika dostlar..  Ev yemekleri yapıyorlar ve gerçekten lezzetli, fiyatlar da makul seviyelerde.. Yolunuz düşmüyorsa da bir şekilde düşürün. Yanıbaşındaki Shell benzin istasyonunun da tuvatleri hayret derecede tertemiz idi..:) ))))

Selimiye mutlaka görülmesi gereken yerler arasında.. Eğer plajlarda bangır bangır müzikle coşmak yerine sakin bir tatil tercih ediyorsanız doğru adreslerden biri Selimiye.. Korna sesi duymayacağınız, yaya ve araç yolunun birlikte kullanılmasına karşın araçların yayaya yol verdiği, beklediği ve asla kornaya dokunmadığı, herkesin güler yüzlü olduğu, mutlu huzurlu bir hayat vadediyor burası size..Tabi Eski Datça da.. Gidin görün.

Tatiliniz bol olsun.







































1 yorum:

  1. Merhaba, içerikleriniz için teşekkürler. Blog yazarlarının sosyal paylaşım ve buluşma noktasına sizleri de bekleriz. Böylelikle içeriklerinizi diğer blog yazarlarına tanıtabilir ve diğer blog yazarlarıyla kolaylıkla iletişim kurabilirsiniz. İyi çalışmalar. http://blogworld.com.tr.ht/

    YanıtlaSil